X

“Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, akıl çağıydı, ahmaklık çağıydı, inanç dönemiydi, inanılmazlık dönemiydi, aydınlığın mevsimiydi, karanlığın mevsimiydi, umudun baharıydı, umutsuzluğun kışıydı. Yaşamak için her şeyimiz vardı, yaşamak için hiç bir şeyimiz yoktu. Hepimiz doğrudan doğruya Cennete gidiyorduk. Hepimiz doğrudan doğruya öbür tarafı boylayacaktık. Sözün kısası, o çağ şimdiki zamana öylesine benziyordu ki, şamatacı yönetmenler, iyi ya da kötü şeyler için bir karşılaştırma yaptıklarında, bu çağın her bakımdan en üstün sayılmasında ısrar ediyorlardı.

İçende bulunduğumuz şu günler belki de yaşanan en zorlu zamanlar. Yukarıdaki satırlar günümüzü nasıl da güzel anlatıyor değil mi? Fakat bu satırlar aslında bugün değil, taa 1800’lerde Charles Dikens tarafından yazılmış. İnsanoğlu asırlar boyu hep mücadele etmiş ve hep bir şeylerle uğraşmak zorunda kalmış. Herkes kendi döneminin en önemli, en görkemli, en korkunç, en tehlikeli, en özel ve en heyecan verici olduğuna inanmış.

Zorluklar ister dışarıdan gelen olaylar nedeniyle, ister içsel sıkışıklıklarımızdan kaynaklansın bizi sürekli olarak etkilemekte… Fakat dışarıdan ya da içeriden, aslında hepsi kendi kişiliğimiz, kendi filtrelerimiz ve kendi karmamız nedeniyle gelip bizi bulmakta…

Herkesin Olayları Algılayışı Farklıdır

Örneğin bir olay olduğu zaman, olayın ne olduğu tek ve değişmezdir. Olay tek ve gerçektir; fakat her birimizin o olaya verdiği tepkiler farklı farklı olur. Mesela şöyle bir olay olmuş olsun: Masada duran bir bardağa bir top gelip çarpıyor, bardak yere düşüp kırılıyor ve sıcak çay her yere dökülüyor. Burada olay basit ve tek ama tepkiler çok farklı olabilir. Kimimiz bu olayın bir talihsizlik, kimimiz kaza, kimimiz dikkatsizlik, kimimiz ise nazar olduğunu düşünebiliriz. Bir kişi diyebilir ki: “Ne olduğunu anlayamadım. Bir top geldi, pat diye bardağı devirdi ve her yer darmaduman oldu.” Diğer bir kişi: “Şu aptal çocuk deminden beri şuursuzca topu oradan oraya atıp duruyordu. Böyle bir şey olacağı belliydi zaten. Ne diye burada top oynamaya izin veriyorlar canım!” Başka bir kişi: “Top gelip bardağı devirdi. Allahtan kimseye bir şey olmadı. Topla oynayan çocukcağız da çok korktu ve üzüldü…” Bir diğeri: “Bugünlerde benim üstümde bir şey var. Her şey gelip beni buluyor. Üzerimde kara bulutlarla geziyorum sanki. Nazar da olabilir.” ve bunun gibi onlarca yorum yapılabilir.

Kısacası bizim içimizde ne varsa dışarıda da o vardır. Biz içerde ne yaşıyorsak dışarıdaki olaylara da içerideki o durumdan bakarak yorum yaparız. Hepimizin karakteri, kimliği ve tabi doğum haritası farklıdır. Hepimizin bakış açısı farklı, olayları algılayışı değişiktir. Farklı potansiyellerimiz vardır ve bu potansiyelleri bazen tam olarak hayata geçiremeyebiliriz.

Peki ya potansiyellerimizin tamamı?

Astrolojik haritamız bize potansiyellerimizi çok geniş bir anlamda gösterebilen bir araçtır. Fakat bazen hayat şartları bizi gerçekte kim olduğumuzdan çok uzak kıyılara sürükleyebilir. Böyle zamanlarda çok yalnız ve kopuk hissederiz. Çünkü özümüzden uzaklaştıkça yalnızlaşırız. Tekrar bütünleşmek için ise yapılması gereken tek şey eve dönüş yolunu bulmaktır. Kendimize… Kendi özümüze…

 

Kişi ihtiyacı olan şeyi bütün dünyayı dolaşarak arar ve aradığını eve döndüğünde bulur.

– George Moore

 

Gerçekte Sen Kimsin?

Bu soruyu herkes zaman içinde, hayatının bir döneminde kendine sormuştur: “Ben kimim?” Yüzyıllar boyunca pek çok kişinin sorduğu, herkesin farklı cevaplar verdiği bu sorunun cevabını hep dışarıda ararız. Halbuki tüm gerçek ve erdem içeride yani bizdedir. Dışarıda cevaplar arar, sorgular, yeni şeylerin peşinde gezer dururuz. Cevapları filozoflarda, farklı öğretilerde ya da kişisel gelişim kitaplarında ararız. Oysa tüm yazılan, çizilen cevaplar başkalarının kendileri için buluğu doğrulardır.

Bizim Doğrumuz Hangisi?

Bizim doğrumuz bizim içimizde gizli olan doğrudur. Buna ulaşmak için dışarıya değil içeriye bakmamız gerekir. Oysa biz hayatın içinde sürekli olarak kendimizden kaçarız. Kendimizi sürekli olarak o kadar meşgul tutarız ki, kendimizle temasımız git gide azalır. Başkalarının sevdiği şeyi bizde sevdiğimizi sanır, birini mutlu eden bir durum içinde biz de mutlu olacağımıza ikna oluruz. Mutluluğu ve huzuru başkalarında, dışsal objelerde ararız. Aşk, ilişkiler, aile, çocuklar sevgi kaynağımızdır. Güzel yemek, güzel giysiler, eşyalar, arzu nesneleri bize mutluluk verir. Bunların geçici olduğunu bilsek de vazgeçmek zorunda kalınca dünyamız alt üst olur. Yani huzur ve mutluluğu dışarıdaki şeyler üzerine kurarız. Paylaşmak güzeldir ama bağımlılıklar bizi zorlar. Bütün bunlara bağımlı bir hal içinde bağlıysak ve bunlardan özgür değilsek, en ufak bir değişim bizi aşağı çeker.

Özgür Bir Şekilde Sevip Paylaşabilir Miyiz?

Dışarıya bağımlı olmadan, içeride sağlam bir duruşla sevgi, aşk veya aileyle bağlantı içindeysek büyürüz. Andan keyif alarak, bizi yönetmesine izin vermeden eşya ya da araçları kullanıyorsak mutluluğumuz sarsılmaz. Tüm bunlar için önce içe bakmalı ve kendi özümüzle güçlü bir bağ kurmalıyız.

Kendimize dönmek yani evin yolunu tekrar bulmakta bize en yardımcı yollardan biri meditasyondur. Meditasyon ve nefes sayesinde kendimizle yeniden temasa geçer, bedenimizi tekrar – ya da ilk defa – fark eder, bizi oradan oraya sürükleyen zihnimize dinlenme imkanı vermiş oluruz. Astroloji ise, bize bizi sembollerle anlatan en eski metotlardan biridir. Belki de bir anlamda tektir. Herkesin kendine göre, kendini bulma araçları vardır. Astroloji bunlardan sadece biridir.

Astrodrama ise, astroloji ve meditasyonu birleştiren, astrolojik sembollerin vücut bulduğu, dile gelip konuştuğu bir çalışmadır. Bu yolu seçenler semboller denizinde, renkli ve gizemli bir yoldan geçerek eve ulaşır. Astrodrama çalışması tüm iç seslerimizle karşı karşıya gelebilmemize olanak sağlayan bir çalışmadır. Müzik, kostüm ve haritadaki gezegenlerin temsil ettiği arketipleri üç boyutlu halde karşımızda görmek sadece anlamamıza değil, dönüşüm yaşamamıza da yardımcı oluyor. Çünkü bir konuyu sadece zihinde anlamak değişim sağlamaz. Bizi zorlayan bir duyguyu, zihinsel bir kalıbımızı ya da hayatın içinde dönüp dolaşıp tekrar tekrar karşımıza çıkan bir konuyu zihinsel süreçte anlamak, sadece taşların yerine oturmasını sağlar. “Evet, şimdi anladım neden böyle davrandığımı.” ya da “Evet bu sebeple hep aynı ilişkilere çekilip duruyormuşum” diyebiliriz. Fakat bu farkındalık gerçek hayatın içinde her zaman o konunun çözülmesine yardımcı olmaz. Ancak kavrayış fizik boyutta yani bedensel seviyede çözüldüğünde gerçek hayatımızda da çözülmeler gerçekleşir.

Çözüm Senin Elinde…

Kısacası bizi zorlayan konu her ne olursa olsun bunu çözmek ve dönüştürmek daima bizim elimizdedir. Yeter ki bunun için adım atıp içeride olana bakabilme cesareti gösterelim. Bazen küçük bir adım büyük bir değişim yaratabilir.
Adım atmak isteyenleri bekleriz…

 

Ekim 2016, İstanbul

BU YAZININ TÜM HAKLARI SAKLIDIR. İZİN ALMADAN HİÇ BİR ŞEKİLDE KULLANILAMAZ. FİKİR VE SANAT ESERLERİ KANUNU UYARINCA KISMEN VEYA TAMAMEN BU SİTE, E-BÜLTEN VE E-POSTA İÇERİĞİNİN ESER SAHİBİNİN İZNİ OLMAKSIZIN KOPYALANMASI, YAYIMLANMASI VE DAĞITIMI HUKUKİ VE CEZAİ YAPTIRIMA TABİ OLUP, AYKIRI DAVRANANLAR ALEYHİNDE GEREKLİ TAKİBATIN YAPILMASI GEREKLİ HALE GELİR.