X

İÇİMİZDEKİ PLÜTON’A NE OLACAK?

Plüton’un kategorisinin değiştirilmesi astrolojiyle ilgilenenlerin kafasını karıştırdı. “Şimdi ne olacak? Bu zamana kadar söylenenler yalan mıydı?” diye düşündürttü belki de. Biz astrologlar olarak bunun böyle olmadığını biliyoruz ve bu nedenle her birimiz bu konuyla ilgili bir şeyler yazdık. Klasik astrolojiyle ilgilenenler bu konuyla fazla ilgilenmediler çünkü Klasik Batı astrolojisinde ve Vedik (Hint) astrolojisinde yorumlamalarda zaten Satürn ötesi gezegenler kullanılmamaktadır.

Plüton, insanların onun gezegen mi astroid mi olduğuna karar vermeden önce, hatta 1930 yılında ilk keşfedilmeden önce dahi sistemin içinde yer alıyordu. Tıpkı Uranüs ve Neptün gibi… Binlerce yıllık sistemde gözlemlenebilmiş en uzak gezegen Satürn’dü. Uranüs’ün keşfinden önceki sistem, mevcut olan bu 7 gezegenin üzerine kuruluydu. Haftada 7 gün vardı ve gezegenlerde bunlarla uyum içindeydi. Her bir güne bir gezegen düşüyordu. Satürn’den sonra keşfedilen “kolektif” gezegenlerin, ilk keşfedildiklerinde dünyada gelişen olaylar, gezegenlerin sembolizminde önemli rol oynamışlardı. Mesela Uranüs keşfedilince mükemmel kabul edilen bütün sistem yıkıldı, astrolojiye olan güven ve inanç sarsıldı. Ne ironiktir ki Uranüs aynı zamanda astrolojiyle bağdaştırılan gezegendir. Hem onu yıkan hem onu tanımlayan, şok eden, devrim yaratan, şaşırtan, tuhaf olan… Uranüs’ün karakteri de böyledir işte. Özgürlüğümüz ve bireyselliğimizle ilgilidir. 1781 yılında keşfedildikten sonra dünyada pek çok ayaklanma olmuştur. 1789’da Fransız ihtilali olduktan sonra pek çok sömürge, kurulu düzene ve krala başkaldırarak ayaklanmış ve bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. 1846 yılında Neptün’ün keşfedildiği dönemden sonra ise dünyada ruhsal konularla ilgili sınırların kalkışı gözlemlenmişti. Hiçbir zaman sırlarını paylaşmayan Hindu ve Budistler Avrupa’ya gelmişlerdi. Bu dönemde sanatta romantik akım gözlemlendi, sinema icat edildi. Tıpta narkoz kullanılmaya başlandı. Bütün bunlar Neptün’ün anlamını oluşturdu. Plüton’un keşfinin hemen sonrasında ise 1933’de Hitler iktidara geldi ve daha sonra kitlesel ölümlere neden olan II. Dünya Savaşı başladı. Bu savaş, o zamana kadar hiç kullanılmamış güçte olan atom bombasının ilk defa kullanılmasıyla sonlandı ve bizi Plüton’un yıkıcı, büyük ve dönüştürücü gücüyle tanıştırdı.

NASA’nın Yeni Bulguları Plüton’un Kaderini Tekrar Değiştirebilecek Mi?

Plüton’un gezegen konumundan ‘cüce gezegen’ konumuna getirilmesi astrologlar kadar Nasa’yı da etkiledi aslında. Nasa Ocak 2006’da Plüton’u ilk defa incelemek üzere “New Horizons” adında bir proje başlattı ve inceleme için bir uzay mekiği fırlattı. Tabii ki görev baki kaldı ve şimdiye kadar yakından hiç gözlemlenmemiş cismi 2015 yılında daha yakından incelemek mümkün olacak. Fırlatılan mekiğin amacı başta Plüton olmak üzere uydusu Charon ve Kuiper Kuşağını incelemek. Belki mekik 2015’te Plüton’a ulaşıp incelemeler yaptığında, yeni bulgular ışığında Plüton’un statüsü yine değişir.

Sembolik olarak baktığımızda ise yeni bulgular sadece yeni anlamları arttırabilir. Bilinç yükseldikçe yeni farkındalıklar gelebilir, mevcut olan anlam yitirilmez.

ASTROLOJİDE SEMBOLİZM

Astroloji bir semboller disiplinidir ve içinde gerçekte gezegen olmayan gök cisimlerini de barındırır. Güneş, içinde bulunduğumuz sistemin merkezidir ve aslında bir yıldızdır. Fakat astrolojide bir gezegenmişçesine sembolleşir ve içimizdeki eril enerjiyi, egomuzu gösterir. “Ben Koç Burcuyum” dediğimizde bunun anlamı doğduğumuzda Güneş’in ekliptik üzerinde Koç Burcuna denk gelmesidir. Ay ise Dünya’nın uydusudur fakat o da sembolizm içinde bir gezegenmişçesine kullanılır. Dolayısıyla Plüton’un gezegen değil de ‘cüce gezegen’ oluşunun açıklanması astrolojide sembolik anlamını değiştirmez. Sadece onu tanımlamamızdaki, ona bakışımızdaki anlamı değiştirebilir.

Bu noktada kendimize sormamız gerekebilir; “İçimizdeki Plüton’a ne yapıyoruz? İçimizdeki dönüştürücü, güçlü enerjiyi neye çeviriyoruz? Anlamını küçümsüyor muyuz? Onu görmezden mi geliyoruz?”

Herkes içindeki Plüton enerjisini kabul edebilseydi bu bizleri dönüştürür ve belli bir ruhsal olgunluğa ulaştırabilirdi fakat biz bu enerjiyi inkar ettikçe olumsuz yönde güçlendirerek yıkıma doğru ilerliyoruz. Eğer herkes içindeki gücü, dönüştürücü enerjiyi olumlu yönde kullanabilseydi belki bu kadar çok yıkıcı ve olumsuz bir dünyada yaşamazdık ve belki de dünyada bu kadar çok savaş olmazdı.

RUHUMUZUN ANAHTARI

Satürn ötesi gezegenler kolektif gezegenler olarak nitelendirilirler. Hareketlerinin yavaş oluşu da nesilleri şekillendirmeye yardımcı olur. Jeff Green’in dediği gibi

Uranüs bireysel bilinçaltını gösterirken Neptün ise kolektif bilinçaltını temsil eder. Bizi farkında olmadan birbirimize bağlayan bağdır, telepatidir. Plüton ise ruhun kendisini temsil eder. O üstte olan bütünleyendir. Plüton’un keşfinden beri onun Güneş sistemine ait olup olmadığı astronomlar tarafından tartışılmaktaydı ve bu astrologlar tarafından da bilinen bir gerçekti. Aslında hiçbir zaman Plüton diğer gezegenlerle aynı kefeye konmadı. Her zaman ‘bu dünyaya ait olmayan bir enerji’ olarak nitelendirildi.

Bu ruhsal astrolojide daha fazla vurgulanmaktadır. Örneğin Kabalistik astrolojide Plüton ‘Hayat Ağacı’nın bir parçası değildir. Ağacın dalları arasında bir yerde konumlanmış durumdadır. Ağaçla olan bağlantısı da diğer dalların birbiriyle olan bağlantısından çok farklıdır.

Hayat Ağacı Nedir?

Kabalistik astroloji, sembolleri hikayelerle bütünler. Gezegenlerin hareketleri şöyle açıklanır; baş melekler evrende düzenleyici olarak çalışırlar. Gezegenlerin fonksiyonlarını düzenlerler. Gezegenler aynı zamanda meleklerdir.

Kabaladaki Hayat Ağacında gezegenlerin sıralanışları farklı olduğu gibi anlamları da alışık olduğumuz Batı astrolojisindekinden farklılıklar gösterir. Örneğin Batı astrolojisinde Mars aktif, girişken ve cesur bir enerjiyi gösterirken Kabala’da pasif olarak nitelendirilir. Bunun sebebi ise Mars’ın asker, piyade konumunda oluşudur. Kendi başına karar vermek yerine aldığı emirleri yapıyor olmasıdır. Emir alır ve uygular, savaşır. Yine Hayat Ağacında Merkür pasif konumdadır. İletişim pasif bir olgudur. Merkür alıp iletir, Jüpiter gibi fikir üretmez, sadece mevcut olanı aktarır.

Plüton’un Hayat Ağacındaki yeri ise önemlidir. Ölümü ve yeniden doğuşu sembolize eden gezegen, bedenimizi dünyaya bağlayan gümüş kordon gibi çalışır. Ölümle yaşamı birbirinden ayıran/birbirine bağlayan bir bağ gibidir. Hayat ile ölüm, bu dünya ile diğer dünya arasındaki bağlantıyı sağlar. Plüton, mitolojik hikayesinde de olduğu gibi bu dünya ile öbür dünya arasındaki bir köprü görevi görür. Kolektifi temsil eden bir gezegen olmasından dolayı da daha yüksek titreşimli dünyaları temsil eder. Aslında buraya ait değildir ama aynı zamanda da sistemin bir parçasıdır. Bizim keşfettiğimiz, araştırdığımız sistemin yakınlarında bir yerde dolaşıp durmaktadır.  Onun enerjisi bu yaşamın dışında bir yerdedir. Ego ve bilinen limitlerin ötesinde, hatta Neptün’ün de ilerisinde yer alır. Diğer dünyalara açılan bir kapı konumundadır. Doğum haritasında Plüton’un konumu kişinin gerçekten geliştiği yeri gösterir.

Plüton Haritada Neyi Gösterir?

Plüton’un doğum haritasındaki yeri ruhun kolektif bilincini temsil eder. Kolektif bilinç, bilinçaltımıza kayıtlı Akaşik Kayıtları içerir. Bu kayıtlar sayesinde bütün insanlık birbiriyle ve yüksek bilinçle bağlantı içindedir. Evrende oluşan her şey kaydolur ve varlığını kaybetmez. Bundan önceki yaşamlar ve deneyimler hepimizin benliği içinde yer alır. Plüton kişinin geçmiş karmalarını ve bu yaşamdaki erken çocukluk dönemine ait bilinçaltı dürtülerini simgeler. Kişinin evrimsel gelişimi için alması gereken dersleri ve gerekli dönüşümlerin kaynağını gösterir. Bilinçaltı gücünü nasıl kullandığını, hayatın hangi alanlarında faaliyete geçirdiğini açıklar. Evrimsel gelişimi gösterir ve ruhsal düzeyde bakıldığında buraya niye geldiğimizin özeti gibidir.

Ruhsal bağlantıya geçemediğimizde ise içimizdeki gücün yıkıcı yüzüyle karşılaşırız. Plüton’un bulunduğu ev ve açıları bu gücün nerelerde karşımıza çıkacağını gösterir. Örneğin doğum haritasında Plüton’u 1.evde yer alan kişinin yıkıcı gücü bizzat kendisi olabileceği gibi, 7.evde yer alan Plüton, kişinin içindeki yıkıcı gücünü karşılaşacağı kişilerden, ona ayna tutacak kişiler vasıtasıyla deneyimleyeceğini gösterir.

George Bush’un haritasına bakacak olursak; Plüton’un Aslan Burcunda 1.evde olduğunu görüyoruz. (haritayı görüntülemek için tıklayınız). Bu çok şaşırtıcı değil. Aslan Burcunda ve 1.evde yer alan Plüton hem yaratıcı hem de yıkıcı bir güçtür. Kişi ego tuzağına düşerse, güç elde etme isteğiyle farkında olmadan olayları alevlendiren, iktidarı kendi çıkarı için kullanabilen bir yapıyı gösterir. Olumsuz kullanımda kişi kendini engelleyen şartları ortadan kaldırmak için gücünü ve iktidarını bencilce kullanabilir. Bu enerji olumlu kullanıldığında ise, enerjisini yaratıcı bir şekilde ortaya koyabilir. Karizma sahibi olabilir ve gücünü yaratıcı alanda kendini ortaya koyarak ifade edebilir. Fakat bencilce kullanıldığında bilinçaltının yıkıcı gücü sahnede kalacaktır. Bush’un Güneş’inin 12.evde yer alması kendisiyle yüzleşmekte zorlandığını göstermekte. 12.ev görünmeyen bir alandır ve aynı zamanda da yanıltıcıdır. 1.evin yöneticisinin 12.evde yer alması olumsuz bir yerleşimi göstermekte. Bu da liderlik pozisyonunu olumsuz olarak, bencilce kullanmasına neden olmakta.

Plüton Transiti Bizi Nasıl Etkiler?

Plüton transitinde, özümüzü tüketmemize neden olan ilişkimizi, işimizi, inanç sistemimizi ve saplantılarımızı bırakmak zorunda kalırız. Bu öyle bir zaman olur ki; artık bizi geri çeken ve hiçbir yere gitmeyen ilişkimizi, nefret ederek devam ettiğimiz işimizi, artık inanmadığımız sosyal zorunlulukları ve aslında neden yaptığımızı bilmeden istemeyerek yapmaya devam ettiğimiz davranışlarımızı bırakmak isteriz. Genelde, ilk önce sanki her şey bir anda kötüye gitmeye başlar ve daha sonra ancak dibe vurduktan sonra yüzeye çıkabilecek enerjiyi buluruz. Bunun sebebi ise içimizde güçlü bir şekilde yer etmiş alışkanlıkları bir çırpıda bırakmanın kolay olmayışıdır.

Plüton bizi yeraltı dünyasına, bilinçaltımızdaki keşfedilmemiş gizemli bölgeyi keşfetmeye davet eder. Eğer bilinçaltı dürtülerimizi ve komplekslerimizi yüzeye çıkarmaya yanaşmazsak, o zaman bu güçler bizi ele geçirir ve kontrolü kaybetmiş hissederiz. Eğer bu dürtüleri gün ışığına çıkarabilirsek ve ifade edebilirsek o zaman bizi sıkıştıran alışkanlıkların gücünü kaybettiğini görürüz. Kabullenmek, enerjinin açığa çıkıp tekrar düzgün çalışmasına yardımcı olacak anahtardır. Ve tabi bu değişim bizde tam bir dönüşüm yaratır. Tamamen dönüştükten sonra artık arkamıza dönüp bakmayız. Çünkü başka bir boyutta yeniden doğmuşuzdur. Yaşadığımız hayatta birkaç kere doğmak mümkündür. Bunu da ancak Plüton yapabilir ve ancak içlerindeki Plüton’la bağlantı içinde olan kişiler bunu başarabilirler.

The Gods of Change kitabının yazarı Howard Sasportas “Hayatı tam olarak yaşamak” demek hem karanlığı hem de aydınlığı tam olarak deneyimlemek ve kabul etmektir” diyor. Acıyı ret ettiğimiz sürece dönüşümü gerçekleştirmemiz mümkün olmaz. Plüton ölümden sonra yeniden doğuşla, başkalaşım ve dönüşümle ilgilidir. Olumsuz kullandığımızda; kızgınlık, saldırganlık, korku, yıkım, kıskançlık, manipülasyon, saplantı ve intikam duygusunu uyandırır. Olumlu kullanabildiğimizde ise; yenileme, yeniden doğum, dönüşüm, irade gücü, motivasyon ve değişimi getirecektir.

Bazen karanlığı deneyimlemeden aydınlığın ne kadar güzel ve parlak olduğunu tam olarak anlayamayız. Aydınlık için mücadele etmek ancak karanlığın içinde mümkün olabilir. Tıpkı kelebeğin kanatlarını kuvvetlendirmek için önce kozasının içinde mücadele etmesi gibi… Kelebeğin ancak bu şekilde, kozayı yırtarak uçabilecek güçte kanatları olur. Bu zorlu süreci ortadan kaldırırsak kelebeği öldürmüş oluruz. Dönüşmesini ve sonrasındaki yaşama şansını ortadan kaldırmış oluruz. Plüton bizim ruhumuzun kozasıdır. Gelişim ve dönüşüm için gereklidir. Anlamını küçümsemek evrimsel gerçeği küçümsemek olur.

Ekim 2006, İstanbul

Referanslar:

– New Horizons; http://www.nasa.gov/mission_pages/newhorizons/main/index.html

– Jeff Green, Pluto The Evolutionary Journey of the Soul (Llewelly Publications USA, 2003)

– Akaşa Kayıtları: “Nasıl ki kainatta var olan hiçbir madde dönüşümler geçirmekle birlikte yok olmazsa, kainatta meydana gelen hiçbir olay, hiçbir hareket de yok olmaz; her olay, her hareket muhakkak izlerini bırakır ve kaydolur. İşte bu kaydonulan yer akaşa kayıtlarıdır.” A.Salt C.Çobanlı, Dharma Ansiklopedi (Dharma Yayınları, İstanbul, 2001), s14

– Howard Sasportas, The Gods of Change (Penguin Books Ltd, London, 1989), s238

– [5] Osho, Duygular, (Çeviren: Sangeet. OVVO Basım Yayın ve Tanıtım Hiz. San. Tic. Ltd. Şti, 2006), s33

Bu yazının tüm hakları saklıdır. İzin almadan hiç bir şekilde kullanılamaz. FİKİR VE SANAT ESERLERİ KANUNU UYARINCA KISMEN VEYA TAMAMEN BU SİTE, E-BÜLTEN VE E-POSTA İÇERİĞİNİN ESER SAHİBİNİN İZNİ OLMAKSIZIN KOPYALANMASI, YAYIMLANMASI VE DAĞITIMI HUKUKİ VE CEZAİ YAPTIRIMA TABİ OLUP, AYKIRI DAVRANANLAR ALEYHİNDE GEREKLİ TAKİBATIN YAPILMASI GEREKLİ HALE GELİR.