X

YENGEÇ BURCU ve HEP ÇOCUK KALABİLMEK

Hep çocuk kalabilmek mümkün mü? Eğer mümkünse de bu iyi bir şey mi? Güneş 21 Haziran’da Yengeç Burcuna girdiğinde ben de bu konuyu biraz daha fazla düşünmeye başladım. Çünkü Yengeç Burcu benim için en çok, anne ve çocuk temasıyla ilişkili. Burası aynı zamanda biraz da çocuk kaldığımız ve sürekli olarak beslenmek istediğimiz alan. İçimizdeki çocukla temasta olabilmek her zaman en sağlıklısı, fakat bunu yaparken sahip olduğumuz yetişkini de unutmamamız gerekir. Aksi takdirde çocuk, yetişkinin hayatını çok zorlu bir hale sokabilir.

Yengeç hem çocukluğumuz, hem geçmişimiz ve hem de anılarımızdır. Bir Yengeç’i sıkça eskilerden, geçmiş gençlik yıllarından ya da çocukluğundan bahsederken duyabilirsiniz. Bu onun geçmişle ne kadar iç içe yaşadığının en belirgin göstergelerinden biridir. Geçmişte fazla yaşamak, bazen onun şimdiyi ve anı kaçırmasına neden olur. Yengeç bazen andan bilinçli olarak da kaçar, çünkü hayatın acı gerçekleri ona zor gelebilir. Tam da bu sebepten Yengeçlerin çok sert kabukları vardır. Bu onların dış etkilerden korunmasına yardımcı olur. İçleri o kadar yumuşak ve hassastır ki bir nevi bu kabuğa mecburdurlar. Fakat diğer taraftan bu sert kabuk zaman zaman onların dış etkiler ve kişilerden fazlasıyla uzaklaşmalarına da neden olabilir. Bu süreçte Yengeç muhtemelen incinen duygularıyla temas içindedir ve bu şekilde kalmaya kararlıdır. Hassas yapısı hemen küsüp alınmasına neden olur. Siz daha neler olduğunu anlamadan o size küsmüştür bile. Bunun kendi açısından çok mantıklı açıklamaları vardır kuşkusuz, fakat bunu dışarıya yansıtmaması bazı durumlarda anlaşılmamasına neden olur.

Yengeç’in duyguları tıpkı yönetici gezegeni Ay gibi sürekli olarak değişir. Ay, değişen yüzüyle Yengeç’in değişen ruh halini çok güzel anlatır. Ay’ın her gün gökyüzünde değişen çehresi gibi, sadece Yengeçlerin değil bizim de gün içinde ruh halimiz sürekli olarak değişir. Gerçi biz Ay’ın hep aynı yüzünü görürüz, fakat Güneş’ten yansıttığı grimsi beyaz ışık sürekli şekil değiştirip durur. Ay’ın ışığından sadece Yeniay döneminde mahrum kalırız. Bu dönem yeni gelişmelere gebe olmakla ilgilidir. Daha ortada görünen bir şey yoktur. Dolayısıyla bizler de Yeniay’da bilinçsiz olarak bir takım şeyler başlatırız ve ancak Hilal fazında bir şeyleri somut olarak görebilecek hale geliriz. Yeniay tıpkı toprağın altında büyümeyi bekleyen tohum gibidir. Hangi tohumu ektiğimizi biliriz ama nasıl bir filiz çıkacağını her zaman bilemeyebiliriz. Dolunay her şeyin doruk noktasına ulaştığı dönemdir. Bu dönemde artık meyveler olgunlaşmış, toplamaya hazır hale gelmiştir. Sonuç iyi ya da kötü olabilir. Bu tohumun meyvesi bazen acı olur bazen de tatlı. Yengeç’in duyguları da Dolunay’da coşar. Yengeç Burçları ve yükseleni Yengeç olanlar, Dolunay’dan çok etkilendiklerini söylerler hep. Bu etkinin nasıl olduğu, Yengeç’in duygularının o ay nasıl olduğu ile doğru orantılıdır. Bazen sevgi ve coşkuyla coşar, bazen de olumsuz ve karanlık duygular üzerine körüklenir. Yani Yengeç kendi ile o dönem ne kadar barışıksa Dolunay döneminde çevreyle ve başkalarıyla da o kadar bütünleşebilir.

Yengeç Öncü Nitelikte bir burçtur. Öncü Nitelik; girişken, atılgan ve inisiyatifi ele alabilen, olayları başlatan bir karakteri sembolize eder. Yengeç’in Öncü Nitelikte bir burç oluşu ilk başta biraz anlaşılmaz gelebilir. Sert bir kabuğu olan, kolay kolay güvenmeyen ve değişken duygulara sahip bir burç bu özelliği hangi alanda göstermektedir? Güvenlik ihtiyaçları, onların hemen öne atlamalarına engel olur ve tıpkı bir yengecin yan yan yürümesi gibi onlar da gitmek istedikleri istikamete hiçbir zaman düz bir çizgiyi takip ederek gitmezler. Dışarıdan bakanlar yengecin nereye gittiğini tam olarak anlayamaz. Fakat Yengeç sevdiklerini korumak için hiç düşünmeden öne atılacaktır. Onun Öncü Niteliği bu şekilde çalışır. Tıpkı dişi bir hayvanın yavrusunu doğadaki tehlikelerden koruması gibi, hem kadın hem de erkek Yengeçler sevdiklerine zarar gelmemesi için her zaman ön safhalardadırlar.

Yengeç aynı zamanda Su Elementinin ilk burcudur ve suyun duygularla bağlantı içinde olması, onun algılarını güçlendirmiştir. Tıpkı Akrep ve Balık Burçlarında doğanlar gibi Yengeç’in de algıları oldukça güçlüdür. Belki bunu her zaman kullanmazlar, fakat bilinçaltları o kadar yoğundur ki, bu sübjektif alan çoğu zaman onları yanıltır. Yengeç’in Zodyak’taki doğal konumu 4.evdir. 4.ev pek çok özelliğinin yanı sıra bilinçaltını da sembolize eder. Her ne kadar kolektif bilinçaltı Balık Burcu, Neptün ya da 12.evle anılsa da Su Elementi evleri ve Su Elementi Burçları kolektif bilinçaltıyla temas halindedirler. Tıpkı bir hava alanlarındaki uçuş kontrol kulesinin aynı anda inen ve kalkan uçakları denetleyen programı gibi bilinçaltımız da yoğun ve karışıktır. Bizler seyahat ederken hangi uçağın ne zaman inip hangisinin ne zaman kalkacağı ile ilgilenmeyiz. Sadece kendi gitmek istediğimiz yerle alakalıyızdır. Fakat ilgilensek de ilgilenmesek de diğer uçakların kalkış ve inişleri ya da rotaları bizi etkiler. Herhangi bir şehirdeki hava şartları nedeniyle geciken bir uçak bazen pek çok uçağın gecikmeli kalkmasına neden olabilir. En basit tabiriyle kolektif bilinçaltını da buna benzetebiliriz. Burada o kadar çok bilgi vardır ki bunların tümünü almak imkansızdır. Bu bilgilerin çoğundan habersizizdir, fakat bir şekilde bütün bunlar bizleri etkiler. Yengeç iletken yapısı ve hassasiyeti nedeniyle bu alana pek çok kişiden daha açıktır. Kimi zaman değişen duygularına anlam veremez. Çoğu zaman, bunların yaşamın içinden akıp onun duygularına değdiğini anlayamaz. İlk defa Carl GustavJung tarafından ortaya atılan kolektif bilinçaltı kavramı, aslında hayatımızda çok önemli bir yer tutar. Aileden getirdiklerimiz, DNA’larımızda işli olan, biz doğmadan önce aile içinde yaşanan olumlu ve olumsuz olaylar Jung’a göre kolektif bilinçaltına kayıtlıdır ve buradan bizleri farkında olmasak da etkiler. Her burçta olduğu gibi Yengeç de kendi enerjisiyle bağlantıda olduğu sürece bu yoğunluğu daha kolay üzerinden akıtabilecektir.

Yengeç Burcunun doğal evi olan 4.evin diğer anlamları şöyledir: temelimiz, atalarımız, kökler, toprak, ev, geçmiş ve hatta klasik astrolojide bu ev olayın sonu yani ölümle de bağdaştırılır. Kaynaktan geliriz, ana rahminde gelişir ve doğarız, büyür ve öldükten sonra yine kaynağa döneriz. Burası adeta insan evriminin bir özeti gibidir. Peki, Yengeç çocuklukta niye takılır? Yengeç’in hep çocuk kalması anneye olan bağlılığından gelir. Anneye olan bağlılık aslında kaynağa yani Tanrı’ya olan bağlılıktır. Bu da yaradılışla ilgilidir. Kişinin anneye olan bağı aslında kaynağa, yaradılışa yakın olmak istemesindendir. Geldiğimiz yer annemizin rahmidir. Rahim aynı zamanda Allah’ın, yani yaratanın isimlerinden biridir. Sözlük anlamı; koruyan, acıyan ve merhamet eden demektir. Bu ne kadar da Yengeç’e özgü: korumak, acımak ve merhamet etmek… Burada Yengeç’in niye sert bir kabuğa sahip olduğunu anlayabiliriz. Bu kadar merhametli ve koruyucu bir varlık kolaylıkla başkaları tarafından istimrar edilebilir. Bu sebeple bu kabuk onun koruyucusu olmuştur.

Rahmin insan vücudundaki işlevi ceninin gelişmesini sağlamaktır. Cenin burada gelişir ve dışarıdan gelecek darbelere karşı korunur. Sağlık astrolojisinde bu sebeple rahim Yengeç Burcunun yönetimindedir. Yengeç korunduğumuz alandır. Tıpkı doğmadan önce ana rahminin içinde korunduğumuz gibi.

Yengeç’in vücutta diğer temsil ettiği organlardan biri de midedir. Çünkü aynı zamanda beslenmekle de ilgilidir. Yengeç haritamızda hangi evleri kesiyorsa ya da hangi gezegenlerle bağlantılıysa o alanda beslenmek ve korunmak istediğimizi, hassas olduğumuzu gösterir. Beslenmek duygusal olduğu kadar fiziksel bir ihtiyaçtır. Beslenme, karın bölgesiyle, bebeği besleyen ve süt veren göğüslerle alakalıdır. Dolayısıyla bu organlar da astrolojide Yengeç Burcunun yönetimindedir. Aynı zamanda beslenme sorunları da Yengeç’le alakalıdır. Yemek yemek, beslenmek ve yemek yiyememek hep Yengeç’in ve yönetici gezegeni olan Ay’ın yönetimindeki konulardır. Aşırı yemek yemek kadar, psikolojik nedenlerle yemek yiyememek de hep Ay’ın ve Yengeç Burcunun haritadaki konumuyla ilgilidir.

Madalyonun diğer tarafında, beslenme ihtiyacının tam olarak karşılanamaması vardır. Bu, yetersizlikten çok tatminsizlikten kaynaklanan bir eksikliktir. Yengeç enerjisi negatif çalıştığında sürekli ilgi ve bakılma isteği ortaya çıkabilir. Tıpkı bir bebeğin annesine olan sonsuz ihtiyacı gibi, saf Yengeç enerjisi de bulunduğu alanda sürekli olarak bağımlıdır. Bu kariyer, çocuk, aile, aşk veya iş alanında kendini gösterebilir. Bütün bu alanlarda kişi bir “anne”ye ihtiyaç duyulabilir.

Erich Fromm’un Sevme Sanatı adlı kitabında anne sevgisi çok güzel açıklanmıştır. Burada anne sevgisinin nasıl olması gerektiği vurgulanırken, anne ve çocuk arasındaki bağ da dikkat çeker. Bunu anlayabilmek kişinin, çocuk mu yoksa yetişkin mi olduğunu açıklar.

 “Eşit kişiler arasında gerçekleşen insan sevgisi cinsel sevginin aksine, anneyle çocuk arasındaki ilişki yapısı gereği eşitsizlik ilişkisidir, taraflardan birinin yardıma ihtiyacı vardır, diğeri bu ihtiyacı karşılar. Bencil olmama özelliği ile anne sevgisi en yüce sevgi türü, duygusal bağların en kutsalı olarak kabul edilir. Bana öyle geliyor ki, anne sevgisi asıl performansını küçük bebeğe gösterilen sevgide değil, büyümekte olan çocuğa gösterilen sevgide ortaya koyar. Gerçekten de annelerin büyük çoğunluğu çocuk küçükken, henüz kendilerine bağımlıyken sevgi doludurlar. Kadınların çoğu çocuk ister, yeni doğan bebekle mutlu olur, kendilerini durup dinlenmeden bebeğin bakımına adarlar. Bunun karşılığında da çocukta bir gülücüğün ya da onun yüzündeki mutlu ifadenin dışında hiçbir şey görmeseler de durum böyledir. Hayvanlarda olduğu gibi insanlarda da bulunan bu sevgi türü kısmen içgüdüseldir. Bu içgüdünün etkisi ne kadar önemli olursa olsun, anne sevgisinde insana özgü bazı psikolojik faktörler rol oynar. Bunlardan biri anne sevgisindeki narsis öğedir. Çocuğu kendisinin bir parçası olarak hissetmeye devam ediyorsa, anne çocuğuna gösterdiği aşırı sevgiyle kendi narsisizmini tatmin eder. Başka bir etken de annenin egemenlik ve sahip olma isteği olabilir. Çaresiz ve tümüyle anneye bağımlı olan çocuk, baskıcı ve hakimiyet kurmayı seven bir kadın için kendi tatminini sağlayan uygun bir nesnedir.

Bu gerçeklere ne kadar sık rastlansa da, bunlar kendini aşma gereksinimi diyebileceğimiz etkenin yanında daha özensiz, daha az yaygındır. Kendini aşma gereksinimi insanın temel gereksinimlerinden biridir. Bu gereksinimin kökü, insanın kendinin bilincinde olması, salt yaratık rolüyle yetinmemesi, kendini rastgele atılan zar olarak görmemesi gerçeğinde yatar: Pasif yaratık rolünü aşması için kendini yaratıcı olarak hissetmesi gerekir. Yaratmanın sağladığı tatmine ulaşmanın birçok yolu vardır; bunların en doğal ve kolay olanı, annenin bir anne olarak yarattığı varlığa ilgi ve sevgi göstermesidir. Anne çocuğunda kendini aşar; çocuğuna duyduğu sevgi, onun yaşamına anlam katar.

Ama çocuğun büyümesi gerekir, anne rahminden, annenin memesinden kopması, sonunda tümüyle özgür bir insan olması gerekir. Gerçek anne sevgisi çocuğun büyümesini sağlamaktır. Bu da annenin, çocuğun kendisinden ayrılmasını bilinçli olarak istemesi anlamına gelmektedir. Gerçek anne sevgisi çocuğun büyümesini sağlamaktır. Bu da annenin, çocuğun kendisinden ayrılmasını bilinçli olarak istemesi anlamına gelmektedir. Bu sevgi ile cinsel sevgi arasındaki fark işte bu noktadadır. Cinsel sevgide ayrı iki insan birleşir. Anne sevgisindeyse bir olan iki insan ayrılır. Anne bu ayrılmaya sadece katlanmakla yetinmeyip bu ayrılığı istemek ve teşvik etmek durumundadır. Özellikle bu evre anne sevgisi özveri gerektiren bir göreve dönüşür. Her şeyi verebilmesi, sevilen çocuğun mutluluğundan başka hiçbir şey istememesi gerekir. Annelerin çoğu, annelik sevgisinin kendilerine yüklediği görevin bu evresinde başarısız olurlar. Narsis, baskıcı, egemenlik kurmaktan hoşlanan kadın, çocuğu küçük olduğu sürede “seven” bir anne olmayı başarabilir. Gerçekten seven, almaktan çok vermekle mutlu olabilen ve kendi özünde sağlam kadın ise çocuğu kendisinden ayrıldığı süreçte de seven anne olabilmeyi başarır.

Büyüyen çocuğa duyulan anne sevgisi, kendisi için beklentisi olmayan sevgi, belki de sevmenin en zor biçimidir. Bir anne için küçük çocuğunu sevmek çok kolay olduğundan, bu sevgi aynı zamanda aldatıcıdır. Ama özellikle ilerde daha güç olacağından, bir kadın ancak gerçekten sevme yeteneği varsa, kocasını, diğer çocukları, yabancıları kısacası bütün insanları sevebiliyorsa, gerçekten seven bir anne olabilir. Bu anlamda sevmeyi bilmeyen bir kadın, çocuğu küçük olduğu sürece özenli bir anne olacak, ama gerçekten seven bir anne olmayacaktır. Bunun ölçüsü de çocuğunun kendisinden ayrılmasına dayanabilmek ve ayrıldıktan sonra da çocuğu sevebilmektir.”

Erich Fromm’un anne sevgisini özetleyişi tam da Yengeç’ten Oğlak’a geçişi özetliyor bence. Yengeç / Oğlak aksı çocukluktan yetişkinliğe geçişi gösterir. Yengeç; beslenmek, korunmak ve gözetilmek istediğimiz alanken Oğlak, birey olduğumuz, kendi sorumluklarımızı alıp yetişkin olduğumuz alandır. Oğlak’a geçişte biraz yalnızlık da vardır. Ne de olsa Oğlak Satürn yönetiminde bir burçtur. İlerleyip, başardıktan ve toplumca kabul edildikten sonra zirvede tek başına dimdik durmak ister. Fakat en tepede olmanın da bir bedeli vardır. En tepede sadece o vardır, başka kimse yoktur. Bu sebeple bazen yalnız hissedebilir. Gerçi her ne kadar arada sırada şikayet etse de tipik bir Oğlak bundan memnundur. Kendi başına yetinebilmektedir. Gereksinimlerini karşılayabilmek için başka kimseye ihtiyacı yoktur. Fakat Yengeç’te durum farklıdır. Yengeç her zaman sevgisini paylaşmak ya da gereksinimlerini karşılamak için başkalarına ihtiyaç duyar. Sırf ait olduğu kolektif miras nedeniyle bile başkalarına görünmez bir bağla bağlıdır. O zirvede değil aşağıda, temelde durur.

Evrende nasıl her şey görünmeyen bir bağla birbirine bağlıysa, astrolojide de bunun yansımalarını görürüz. Tepeye çıkabilmek için önce temelimizin güçlü olması gerekir. Başarılarımız ne kadar gerçek ve sağlam olursa, zirveye ulaştığımızda da o kadar kalıcı oluruz. Ne kadar iyi beslendiysek vücudumuz da o kadar sağlıklı ve sağlam olur. Çocukken ne kadar çok sevgiyi paylaşıp sevgiyle beslendiysek büyüdüğümüzde de o kadar sağlıklı bir birey oluruz ve içimizdeki çocukla ne kadar çok temas halindeysek o kadar mutlu bir yetişkin olarak hayatımıza devam ederiz.

Referanslar:

– Erich Fromm, Sevme Sanatı, (Çeviren:Özden Saatçi-Karadana. İlya Basım Yayın ve Özel Eğt.Hiz. San. Tic. Ltd.Şti.,2003)

– Eugene Pascal, Ph.L., Jung To Live By, (Warner Books, Inc., New York, NY, 1992)

Haziran 2008, Londra

Bu yazının tüm hakları saklıdır. İzin almadan hiç bir şekilde kullanılamaz. FİKİR VE SANAT ESERLERİ KANUNU UYARINCA KISMEN VEYA TAMAMEN BU SİTE, E-BÜLTEN VE E-POSTA İÇERİĞİNİN ESER SAHİBİNİN İZNİ OLMAKSIZIN KOPYALANMASI, YAYIMLANMASI VE DAĞITIMI HUKUKİ VE CEZAİ YAPTIRIMA TABİ OLUP, AYKIRI DAVRANANLAR ALEYHİNDE GEREKLİ TAKİBATIN YAPILMASI GEREKLİ HALE GELİR.